• Evrenin yaşı; 14 milyar yıl.
• Dünyanın yaşı; 5 milyar yıl.
• İnsanlığın yaşı; 200 bin yıl.
• İnsanların ortalama ömrü; 65 yıl.
İnsanın ömrü:
• Evrenin yaşına göre;215.384.615 kat daha az.
• Dünyanın yaşına göre; 76.923.076 kat daha az.
• İnsanlığın yaşına göre; 3.076 kat daha az.
“Yeter artık, bu dünyadan bıktım. Başka bir gezegende yaşamak istiyorum” deseniz; Dünya’ya en yakın yaşanablilir olduğu düşünülen öte gezegen Proxima Centauri b’nin bize uzaklığı 4 ışık yılı (38 trilyon kilometre) uzaklıkta. Orada hayat olup olmadığını bir kenara bırakın, ulaşmayı hayal etmek bile ütopik ötesi.
Hal böyleyken insanoğlunun sadece 65 yıllık ömründe neden sürekli olarak çatışarak, kısacık hayatını keyifle yaşamaya çalışmadığını anlamak mümkün değil.
Görünen o ki; insanoğlu, “Varlığını, başkasını yok etme üzerine” kuran vahşi yapısından kurtulabilmiş değil.
Narin soruşturmasında döner kamera kayıtları ortaya çıktı ama… Haberi Görüntüle
Görünen o ki; Güneş Sisteminin en ucuna kadar gidebilen bir araç gönderecek zekâya ulaşmakla övünsek de vahşi yapımızı 200 bin yıldır hiçbir şekilde yok edememişiz.
Görünen o ki; şiddet kadar, şiddeti kanıksamamızın bir hayli tehlikeli olduğunu henüz yeterince anlamış değiliz.
Görünen o ki; “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” şeklindeki saçma sapan bir düşünce var olmaya devam ettiği sürece insanoğlunun vahşi yapısı da varlığını sürdürecek.
Sıla bebeğin ölümünde iki ayrı iddianame! Haberi Görüntüle
Her şiddet olayında moralimiz bir hayli bozuluyor, yaşama zevkimiz bir hayli azalıyor. Kendimizi iyi hissetmiyor, cevabını bildiğimiz halde sorduğumuz ‘Neden, neden?’ sorusuyla yüksek ölçülerde ruhsal depremler yaşıyoruz.
Sadece son bir yılda yaşanan bazı şiddet olaylarına bakacak olursak yaşadığımız ruhsal depremlerin ölçüsü daha iyi görülebilir.
Yenidoğan çetesi hakkında ne biliyoruz? Haberi Görüntüle
Narin cinayeti…
Sıla bebeğin cinsel istismara uğrayarak ölmesi…
Yenidoğan çetesi…
Yüzlerce kadının katledilmesi…
Sosyal medya aracılığıyla kişilerin linçlenmesi…
Her 10 dakikada 1 kadın öldürüldü! Haberi Görüntüle
Şiddetin sonuçlarının insanoğluna yaptıklarını beyazperdeye aktaran filmlerden biri olan 2007 yapımı ‘Barda’, 17 yıl sonra günümüz koşullarıyla aynı adla yeniden çekilerek gösterime girdi.
‘Barda’nın ilk yönetmeni Serdar Akar ile yeni filmin yönetmeni Hande Türkel, Habertürk‘e verdikleri röportajda; yeniden çekilme nedenlerinden, yeni türeyen kötülüklere karşı hazırlıklı olup – olmadığımız konusuna kadar geniş bir yelpazede çarpıcı açıklamalarda bulundu.
• İlk ‘Barda’, kült bir film oldu ve büyük bir ilgi gördü. O zamanlar neler hissetmiştiniz?
Serdar Akar: ‘Barda’ gösterime çıktığı zaman değil de aslında daha sonra çok beğenildi. O daha hoş bir durum. Çünkü bir filmin kült olması için en az 10 sene yaşaması lâzım. 10 sene geçtikten sonra film hâlâ izlenebiliyorsa, hâlâ yazılıp çiziliyorsa o zaman kalıcı oluyor. Aslında o zaman değerlenmiş oluyor. Şimdi 17’nci senesi ve ‘Barda’ hâlâ izleniyor. Demek ki doğru bir yerden tutmuşuz, güzel bir filmmiş.
REKLAM
“BREZİLYALILAR ÇEKMEK İSTEDİ”
• Filmin yenisinin çekilmesiyle ilgili neler hissettiniz?
Serdar Akar: Öncelikle çok sevindim. Çünkü ben ‘Barda’nın bütün dünyada çekilmesini istiyorum. Bence herkesin bir ‘Barda’sı var. ABD’nin de var, Almanya’nın da var, İsrail’in de var… Bence her yerde çekilebilir ve çekilmesi lâzım. Çünkü doğru yakalanmış bir hikâye. Yenisinin çekilmesi için önce Brezilyalılardan teklif gelmişti ama araya pandemi girdi ve olmadı. Bizden böyle bir şey gelince çok hoşuma gitti. Hande’yi de tanıdıktan sonra, “Tamam” dedim. Güzel de oldu.
• Yenisini çekme fikri nasıl ortaya çıktı?
Serdar Akar: Film platformlarda çok ilgi görmeye başladı. Yapımcılar da yapmak istediler. Benim de zaten istediğim bir şeydi.
“UÇURUMUN KENARINDA DURUYORSUNUZ”
Serdar Akar – Hande Türkel
• Usta bir yönetmenin çektiği bir filmi günümüz koşullarına göre yeniden uyarladınız. Usta bir yönetmenin çektiği bir filmi uyarlamak sizde mutlaka bir baskı oluşturmuştur, değil mi?
Hande Türkel: Aslında oluşturmadı. Etrafımda çok fazla baskı vardı ama eğer bir eser yapma peşindeyseniz ve hikâyeye âşık olduysanız onun peşinden gidiyorsunuz. Film çekme aşkı, hevesi ve heyecanı, sizin korkularınız, kaygılarınız, endişelerinizle yürüttüğünüz bir mesele değil. O yüzden uçurumun kenarında duruyorsunuz, elinize bir balon veriyorlar ve hiç düşünmeden atlıyorsunuz. Mantıkla düşündüğünüzde asla yapılmaması gereken bir şey. Çünkü zaten kült olmuş, zaten çok iyi bir yönetmenin çektiği bir iş. Karşılaştırılacağınız insan da Serdar Akar. Onu düşünseydim, yapmazdım ama aşk kalbe oturunca o uçurumdan atlıyorsunuz.
REKLAM“BAŞKA BİR KÖTÜLÜK ALGISI OLUŞTU”
• “Günümüz koşullarına göre uyarlandı” ne demek, biraz açabilir misiniz?
Hande Türkel: İlk ‘Barda’da aslında sosyal bir meseleydi. Sosyal ayrılıklar ve sosyal statü farklılıklarıyla alakalıydı. İlk ‘Barda’da içeri girenlerin aşağılık kompleksleri ve bir meseleleri vardı. Biz bazı noktalarda o meseleyi haklı gördük. Toplumsal eşitsizlik vardı. O toplumsal eşitsizliğin içinde bir çocuğun kötüyü seçmesi ve kötü yola gitmesi bizim içimizi acıttı. Biz o kötülerden çok da nefret edemedik. Bir taraftan da hak verdik. Filmi izlerken fırsat eşitsizliğinin, adaletsizliğin çemberinde izledim. Şimdi, 17 yıl sonra Türkiye’de işler değişti. Sosyal ayrımlar kalktı, okumuş, okumamış, iyi aile çocuğu, kötü aile çocuğu arasında bir fark kalmadı. Başka bir kötülük algısı oluştu. Bizim de bilmediğimiz ve bizim de çok üstümüzde olan başka birileri geldi. 17 yıl sonra bilmediğimiz, üstünlük kompleksine sahip ve her şeyi elde edip her şeyi yapabileceğine inanan, sonrasında da ceza almayacağını düşünen insanlar bara giriyor. Beni heyecanlandıran buydu. 17 yıl içinde o bara girenler nasıl değişti? Ülke, suç anlamında ne hale geldi? Onu gözler önüne sermek benim için heyecanlıydı.
“ÇÜNKÜ ŞOK İÇİNDEYİZ”
• Sizce yeni kötülüğe hazırlıklı mıyız?
Hande Türkel: Şöyle bir örnek verebilirim. Ben bir film çekseydim ve size; “Hastanelerde çocukları öldürüyorlar” deseydim ve gazetelerde gördüğümüz kupürlerden de bir kare koysaydım, bana; “Saçmalamışsın” derdiniz. Hazırlıklı değiliz. Asla anlamıyoruz, şu anda anlayabildiğimiz bir boyutta değil, kabul edebileceğimiz bir boyutta da değil. Sürekli şöyle bir şey oluyor; “Neden sesinizi çıkarmıyorsunuz?” diyorlar. Çünkü şok içindeyiz. Kötülüğün şu anda yerleştiği boyut bizim algılayabileceğimiz seviyede değil. En azından benim için değil, o yüzden de hiç hazırlıklı değiliz ama hazırlıklı olmalıyız.
• 60 yıllık hayat, 35 yıllık yönetmenlik deneyiminizden yola çıkacak olursanız, sizce kötülüğün sonu nereye varacak?
Serdar Akar: Ben iyiliğin çok kazandığını görmedim. Sadece umut var. Umut bitmiyor. Umut olduğu sürece de böyle devam edeceğiz. Umut bitmeyecek.
REKLAM
• İyilerle – kötüler arasındaki savaşta mutlak zafer kimin olur?
Serdar Akar: Zaten ismi ‘iyi’ olunca otomatikman pek gücü olmuyor.
• İzleyicilerin filmi izledikten sonra salondan hangi duygularla çıkmasını umuyorsunuz?
Hande Türkel: Umduğum duygu; bazen adaleti bize vermezlerse, adaleti sağlamak için bir şey yapabiliriz. Eylemde bulunabiliriz. O kötülüğe karşı dimdik durabiliriz, durabilirsek de belki bir şeyleri değiştirebiliriz.
Serdar Akar: İşte bu bir umut. Sanat bize umut veriyor. O da olmasa hiçbir şeyimiz kalmayacak.
“BU FİLM, ŞİDDETE KARŞI BİR EYLEMDİR”
• Kötülüğe karşı verilen mücadelede bıkkınlık yaşamamak, kötülere karşı teslim olmamak için özellikle neler yapılmalı?
Serdar Akar: Önce tespit… Biz her şekilde hazırlıklı değiliz. Sinemacılar olarak, sanatçılar olarak önce tespit etmemiz lâzım. Ülkenin değişen durumunu çabuk görmemiz lâzım ve onları insanlara çabuk söylememiz lâzım. Tabii sinemacılar olarak bunu sinema yoluyla yapmamız lâzım. Birinci görevimiz bu.
Hande Türkel: İlk ‘Barda’ çok seviliyor ve o dönem için farklı bir şeydi. Bir bara girip birileri vurulmuş, ne kadar ilginç bir olaydı. Benim için ilginç bir şeydi. Çünkü hayatımızda böyle şeyler duymuyorduk, görmüyorduk, bilmiyorduk. Kötülük bu kadar yaygın değildi ama şimdi kötülük o kadar yaygın ki… Bu film hepimiz için daha gerçekçi bir yere çıktı. Hepimizin tanıdığı bir noktaya doğru gitti. O yüzden de insanlar bu filmi yaptığımız için bizden hoşlanmadılar ama bazen bir şiddet filmi, şiddete karşı gösterilmiş bir tepkidir. Şiddet filmi, sadece şiddeti öven, onu pornografikleştiren, şiddeti temize çıkaran bir şey değildir, tıpkı bir savaş filmi gibi şiddete karşı bir eylemdir. Bu filmi ben öyle görüyorum.
REKLAM“O ZAMAN KİMSE CESARET EDEMEZ”
• Şiddetin bu kadar yaygınlaşmasında sosyal medyanın etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
Hande Türkel: Şiddetin bu kadar artmasında sosyal medyanın etkisinin dışında caydırıcı ve ürkütücü kanun ve kuralların azlığına parmak basabilirim. Çok basit bir örnek vereyim; bir sokakta 3 sıra park yapıldığını düşünün. Bir hafta boyunca üçüncü sıra parka 2 bin lira ceza keserseniz, kimse o sokağa bir daha park etmeye cesaret edemez. Bence Türkiye’deki durum da böyle.
Serdar Akar: Bence temel olarak şöyle bir durum da var. Bu ülkedeki bu tip sosyal vakalar, temel hâkim kültürün yansıması olarak tezahür eder. Hâkim kültür neyse, aşağısında onlar belirir. Onları, onlar besler. Nasıl halk hareketlerini üretim güçleri belirliyorsa, bu da öyle bir şey. Bence yukarıdan aşağı inen bir durum var. Sonra da o aşağı inince, onun aşağıdan yukarı tepkisi oluyor. Biz de o umudu göstermeye çalıştık.
REKLAM“ÇOCUKLARIN ÖLDÜRÜLMESİNDEN DAHA KORKUNÇ NE OLABİLİR?”
• Size bugüne kadar yapılmış en büyük kötülük ne olmuştur?
Hande Türkel: Ben öyle çok büyük bir kötülüğe maruz kaldığımı düşünmüyorum. Hayatımda çok trajik bir şey yaşamadım ama gece sokakta yürümenin korkusunu çok iyi biliyorum. Tek başına taksiye binmenin korkusunu çok iyi biliyorum. Dolmuşta tek kalmanın korkusunu biliyorum. Yani, korkuyu biliyorum. Ben kötülükle çok yüzleşmedim, şanslıyım ki denk gelmedi. Son zamanlarda etrafta olan şeyler hayal gücümün çok üstünde. Çocukların öldürülmesinden daha korkunç ne olabilir?
“ÇOK DEĞİŞİK ŞEYLER YAŞADIK”
• Oyuncu seçiminizde özellikle hangi kriterleri göz önünde bulundurdunuz?
Hande Türkel: Çok zorlu bir oyuncu seçimi vardı. Bizim için en büyük kriterlerden biri de ilk ‘Barda’nın oyuncu kadrosunun efsane bir seviyeye yükselmesiydi. Büyük bir gerilim içeren bir şiddet filmi çekiyorsunuz, o yüzden oyuncu seçimlerinin de çok gerçekçi ve inandırıcı olması gerekiyordu. Şöyle bir yöntem uyguladık; gelen oyunculara naneli şeker verdik. “Bu naneli şekeri yediğiniz anda korku, kaygı, endişe ve utanç duygularınız yok olacak. Bu odadayız, bu andayız. Ben Hande, yönetmenim. Harika Uygur cast direktörü. 4 dakika içerisinde bu duygular yokken nasıl davranabildiğinizi bize gösterin” dedik. Çok güzel gösterdiler… Çok değişik şeyler yaşadık. Sınırlarını koruyarak sınırlarını kaldıran oyuncuları da içeri almaya çalıştık.
Serdar Akar: Bu tabii ikinci aşama, zorlu kısmı burası. Önce; “Senaryoya göre kim olabilir?” diye bakıyoruz. Bir karakterin yaşı, tipi, boyu, kilosu gibi fiziksel özellikleri aşağı yukarı senaryoda ortaya çıkar. Önce onları tespit edip sonra onların arasından bu ayıklamayı yapıyoruz. Biz de ilk ‘Barda’ da kadroyu, bir buçuk aylık bir eleme süresinden sonra oluşturduk. Çünkü ilk defa kamera karşısına geçecek insanlar var ve onları tanımıyorsunuz. Onları sizin görmeniz gerekiyor. Daha önce çıkanları biliyorsunuz, yeteneğini görüyorsunuz ama ilk defa oynayacaksa, onları çok iyi test etmek gerekiyor. Hande de bununla aylarca uğraştı.
REKLAM“TUHAF BİR SİNEMA ANLAYIŞINA GİDİLİYOR”
• Çocukken, Türk sinemasının seks furyası döneminde bir sinema gişesinde bilet satıyordunuz. Sonra yönetmen olup çok sayıda ödül kazandınız. O günden bugüne kadar geçen süreçte Türk sinemasını analiz eder misiniz?
Serdar Akar: Biz o furyada sinemayı satmıştık. ‘Cinema Paradiso’ ile bizim sinemanın hikâyesi aynıdır. Bu soruyu 15 yıl önce sorsaydın; çok film çekiliyordu. Bu sene de çok çekilmiş hatta 300 film çekilmiş. “Ne kadar çok film çekilirse aralarından çok iyi film çıkma ihtimali yükselir” diye düşünüyorsun. Normalde öyle demen lâzım ama beklenildiği kadar çıkmıyor. Ben festivallerde Türk filmlerini izliyorum. Tuhaf bir sinema anlayışına doğru gidiliyor. Neticesinde çok daha dikkatli olmamız lâzım. Çünkü mecralar değişti. Artık filmler salonlarda değil, başka bir sürü yerde gösteriliyor, oynuyor ve bitmiyor. İki türlü durum var, biri şu; sektör çok çalışıyor. Geçen sene çok fazla iş yapıldığı için kamera kalmadı ama “sektör nüfusu artınca da kaliteli adamlar var mı?” gibi bir soru oluşuyor. Diğer taraftan da çıkan ürünler de acaba o kadar çokluğu karşılayan ürünler mi, o maliyeti karşılayan ürünler mi? Orada da soru işaretleri var. Daha dikkatli olmamız lâzım. Çünkü bu filmler çekilmeye devam edecek. Seneye belki dört yüz tane film çekilecek.
REKLAM
• 1972’de 302 iki film çekildi. Yeşilçam sinemacıları; “Biz 300 film çekildiği yılları gördük” diye gururlanır. Çok sayıda film olması şimdilerde neden tehlikeli?
Serdar Akar: Ama o filmler seyrediliyordu, şimdi çoğu izlenmiyor.
“NE OLACAĞI BELLİ DEĞİL”
• Kariyerinizin bu döneminde neler hissediyorsunuz? Geriye baktığınızda geçmiş yıllar size neler hissettiriyor?
Serdar Akar: Her şey çok değişti. Pelikülden buraya geldik. Bizim başladığımız zamanlarda böyle bir hayal yoktu. Ben küçükken televizyon bile yoktu. Teknoloji, hızla değişiyor ve ne olacağı da belli değil. Benim arkadaşımın kulağında çınlama varmış, bütün verileri yapay zekâya yüklemiş ve sormuş. Yapay zekâ da çene yapısında sorun olduğunu söylemiş, şimdi doktoru çene yapısında sorun olup – olmadığına bakıyor.
* Pelikül… Kullanılmamış, duyarkatı ışıkla etkilenmemiş sinema filmi.
REKLAM“KİMSE DURDURAMAZ”
• Yapay zekâ, sizi tehdit edebilecek bir seviyeye gelir mi? İleride yönetmenlerin yerini yapay zekâ alır mı?
Serdar Akar: Bu gelişen bir şey ve daha ne olacağı belli değil. 20 sene sonra yine bir hikâye anlatılacak, görsel bir şeyler olacak ama onların nasıl olacağını şimdiden bilemeyiz. Zamanında pelikülcüler videoya karşı mı çıksaydı? Zaten çıkamazsın ki… Sinema öyle bir şey, gerçekten gerekliyse sinemayı kimse durduramaz.
Hande Türkel: Şimdilik kendimi kurtarıyor gibi hissediyorum. Gelecek kuşaklar için belki tehdit olabilir. Yapay zekânın işime yarayacağını daha çok hissediyorum.
• Yıllar önce ticareti bilmediğinizi, bu nedenle çok kaybınızın olduğunu söylemiştiniz. Öğrendiniz mi?
Serdar Akar: Eğer bu telif meselesi bizde gerçekten işleseydi, ben çok iyi bir yerde olabilirdim. Telif meselesi çok canımızı yaktı, yakmaya da devam ediyor. İnşallah bundan sonra hakkıyla olur. Nasıl olacak bilmiyorum.
• Afişe; ‘Türkiye’nin İlk Gerçekçi 18+ Filmi’ yazmışsınız, bu ne demek?
Hande Türkel: Onu yazmak yapımcıların kararıydı ama aslında biraz da ironi içeriyor. Aslında bir PR olarak değil de filmin içeriği ve yaşadığımız şiddet dünyasına karşı ironi yapılmış bir cümle… İroniyi anlayabilirsek, aslında o cümleyi de anlamış olacağız.
REKLAM“EVRENE TEŞEKKÜR EDİYORUM”
• Serdar Akar’dan edindiğiniz en önemli öğreti ne oldu?
Hande Türkel: Benim için inanılmaz bir deneyimdi. Serdar hocanın filmleri benim için çok önemli filmler. Özellikle ’Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’, en favori filmimdir. Çünkü hem futbol aşığıyım hem de o filmi izlediğim ilk anı hiç unutmuyorum. Üst üste sinemaya gitmiştim. Türkiye’de hayran olduğunuz bir yönetmenle yan yana röportaj veriyor olmak bence kusursuz ve çok hoş bir duygu. Aşırı mutluyum. Senaryo aşamasında da çok güzel çalıştık ve birlikte çok güzel bir drama oluşturma anı yaşadık. Güzel de anlaştık. Birbirimizi çok iyi tamamladık. Benim için müthiş bir deneyimdi, hayatım boyunca unutmayacağım bir şeydi. Bu imkân bana geldiği için de evrene teşekkür ediyorum çünkü hayran olduğunuz insanlarla buluşmak ve bir masada oturup bir şey üretmek paha biçilemez bir şey.
• Kariyerinizin bundan sonraki dönemi için ne planlıyorsunuz?
Serdar Akar: Çalışıyorum, sinema filmi için bir şeyler yazıyorum. Onları daha güzel yapmaya çalışıyorum. Aklıma yeni şeyler geliyor. Dünya değişince, hayat değişince çok yeni konular ortaya çıkıyor ve onların üstüne gidiyorsun. Hâlâ koşturuyoruz. İnşallah ölürken de aklımızda proje olmaz.
• Ödüllü filmler çok fazla izlenmiyor. Buradaki sorun nedir? Pazarlama sorunu mu var yoksa insanların aklında ağır film olgusu mu oluşuyor?
Serdar Akar: Bilmiyorum… Bu festivallerin film tercihleriyle de alakalı olabilir. Ödüllü filmler, yüzde yüz olmasa da yüksek ihtimalle iyi filmler oluyor. Gerçek sinema severler de o filmlere gidiyor.
Hande Türkel: Aslında ben de aynı yerdeyim. Bu tarz filmlere karşı insanların içinde büyük bir ön yargı var ama gerçek sinemaseverler gidiyor olmalı. Film iyiyse mutlaka bir değer görüyor ve değerinin karşılığını alıyor. Popüler kültürde karşılığını almıyor olması onu kötüleştirmiyor ya da alıp başka rafa kaldırmıyor. Sonuçta çok iyi bir hamburger yiyebilirsiniz ama az yersiniz, öteki seri üretimi daha çok yersiniz. Bu onun gibi bir şey, hızlı tüketim.
REKLAM“BİR BEDEL ÖDEMENİZ GEREKİYOR”
• Hızlı tüketim çağında yaşıyor olmamız siz yönetmenleri nasıl etkiliyor?
Hande Türkel: Kötü etkiliyor… Projenizle bir yapımcıya gidiyorsunuz; “Ben ölümü anlatmak istemiyorum. Ben kötü bir şey söylemek istemiyorum. İnsanlar zaten çok mutsuz, biraz eğlendirelim” diyorsunuz. Genel konseptte; “Şöyle biraz insanları mutlu edelim” var. Filmler hafif olsun, kafaları dağılsın istiyorlar. Bu bizi de etkiliyor. Biz böyle yapamıyoruz ya da yapmak istemiyoruz. Bu arada benim bu tarz yaptığım işler de oldu. Buraya gelebilmek için bir bedel ödemeniz gerekiyor. Rüşdünüzü ispat etmeniz gerekiyor, ben de yaptım ama bir yerden sonra ona tamam olmuyorsunuz.
Serdar Akar: Ben hâlâ dünyadaki bütün filmleri ben çekeyim istiyorum.
“HER ŞEY ÇOK GARİPTİ”
• ‘Barda’nın çekimleri sırasında ilginç bir şeyler yaşandı mı?
Hande Türkel: Çekimlerin tamamı ilginçti çünkü ben kendi adıma şöyle bir sistem kurmak istedim; oyunculara metot oyunculuğu yaptırdım. Barı gerçekten içine kapandıkları bir yer haline getirdim. Kötüleri oldukça serbest bıraktım; oldukça neşeli, mutlu, istediklerine sahip olan bir ekipti. İyiler de çekim yaptığımız süreç boyunca, aralar da dahil bağlı ve yerdelerdi. İsteklerini hiçbir şekilde karşılamadık. Kimi buna karşı çıkabilir, kimi onaylayabilir, kimi anlayabilir ama benim sistemim, benim yöntemim böyleydi. O yüzden de her şey çok garipti. Ben ilk kez bir sette “Kestik!” dedikten sonra oyunculardan kimsenin yerinden ayrılmadığını, duygudan çıkmadığını, duyguya devam ettiğini ve duygunun hiç kesilmeden on iki saatlik bir set boyunca devamlılığının olduğunu gördüm. Sanki her gün, tek sahneyi tek planda akıtıyormuş gibi bir set gerçekleştirdik. Çünkü içinde yaşadıkları travma çok ciddi bir travmaydı. Duygu kesildi, karavana gidip çay, kahve içtik, sohbet ettik, sonra tekrar çekime devam ettik gibi bir film değil. Bunu yapan, böyle kurabilen yönetmenler var. Ben bu filmde öyle bir yönetmen olmak istemedim. Eğer set belgeseli çekilseydi Cannes Film Festivali’nde ödül alırdık. Ama bu, oyunculara da bize de çok yaradı. Hepimiz için müthiş bir sinerji geliştirdi.
• Başka neler söylemek istersiniz?
Serdar Akar: Güzel bir film. Güzel filmler, sinemada izlenmeli.
Hande Türkel: Sektöre ve sektörde yapılan ön yargılarımızın sanatta yeri olmadığını, ön yargıyla sanat yapılamayacağını, hiçbir sanatçının da ön yargılı olmaması gerektiğinin altını kalın harflerle çizmek istiyorum. Oyuncular, müzisyenler, senaristler ve kameramanlar için bunu diliyorum. Ön yargılarınızı yıkın.
Haber Kaynak : HABERTURK.COM
“Yayınlanan tüm haber ve diğer içerikler ile ilgili olarak yasal bildirimlerinizi bize iletişim sayfası üzerinden iletiniz. En kısa süre içerisinde bildirimlerinize geri dönüş sağlanılacaktır.”
GÜNDEM
22 Aralık 2024SPOR
22 Aralık 2024GÜNDEM
22 Aralık 2024SPOR
22 Aralık 2024SPOR
22 Aralık 2024GÜNDEM
22 Aralık 2024GÜNDEM
22 Aralık 2024